2008 krizi öncesindeki otuz yıllık süreçte küreselleşme rüzgarını da arkasına alarak yıllık ortalama yüzde 5’in üzerinde büyüme kaydeden dünya uluslararası ticaret hacmi, kriz sonrası dönemde ivmesini kaybetti ve yatay bir platoya oturdu [Domit ve Shakir, 2010]. Benzer şekilde, dünyada gerçekleştirilen toplam mal ticaretinin toplam GSYH’ye oranı küresel kriz öncesinde zirve yapmışken, kriz dönemi sonrasında yönünü aşağıya çevirdi [Grafik 1]. Bu yavaşlamaya hem çevrimsel hem de yapısal faktörler katkı veriyor. Çevrimsel faktörlerden kasıt küresel büyüme performansında gözlenen zayıflık. Söz konusu zayıflığa uluslararası ticarette büyümeyi ittiren en büyük güç olarak kabul edilen yatırımların zayıflaması da eşlik ediyor [Bussière ve diğerleri, 2013].
En önemli yapısal faktörler (1) liberalizasyon süreçlerinin durağanlaşması ve (2) uluslararası ticarette artan korumacılık eğilimleri. 1980’li ve 1990’lı yıllarda projelendirilip hayata geçirilen NAFTA ve AB gibi çok taraflı dış ticaret anlaşmaları, uluslararası ticaretteki liberalizasyon akımını ivmelendirdi. Bu süreç içerisinde belirli bir mamulün üretiminde kullanılan ara öğelerin farklı ülkelerce imal edilmesi anlamına gelen dikey uzmanlaşmayı teşvik eden ve dolayısıyla üretim aktivitesini uluslararası ticaret hacmiyle doğrudan bağlantılı hale getiren “küresel değer zincirleri” çok büyük önem kazandı ve liberalizasyon eğilimini güçlendirdi. Küresel entegrasyon süreçlerinin 2000’li yılların başlarından itibaren durağanlaşmasına ilaveten, Çin’in Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) üyeliğinin ardından yüksek katma değerli üretimde çok daha önemli bir oyuncu haline gelmesi ile birlikte korumacılık küresel ölçekte baskın bir eğilime dönüştü [Grafik 2]. Artan korumacılık eğilimine rağmen Çin’in küresel değer zincirlerine katılımının hızlanması, 2008 krizine kadar uluslararası ticaret hacmindeki artışın güçlü eğilimini korumasını sağladı [Kee ve Tang, 2016]. Ancak kriz sonrası dönemde ara malı ithalatında küresel ölçekte gözlenen belirgin yavaşlama ile birlikte uluslararası ticaret hacmindeki büyüme oranları da önemli ölçüde azaldı.
2008 krizi sonrasında OECD ve G-20 gibi uluslararası kuruluşlar dış ticaretteki korumacılığın azaltılarak küresel toparlanmanın desteklenmesini hedefledi. Ancak, yeni ticari kısıtlamaların getirilmemesini ve mevcut kısıtların azaltılmasını hedefleyen çalışmalar istenen sonuca ulaşamadı. Hatta, G-20 ülkelerindeki ticari kısıtlamalar artırıldı ve liberalizasyon çabaları güç kaybetti. Aynı zamanda korumacılık şekil ve coğrafya değiştirerek uluslararası ticaret hacmini yavaşlatmaya devam etti [Barone ve Bendini, 2015]. G-20 ülkelerinin ticaret tedbirlerine yönelik DTÖ raporuna göre, Ekim 2015 ve Mayıs 2016 tarihleri arasında G-20 ülkelerinde toplam 145 adet yeni ticari kısıt uygulanırken, 2009 yılından itibaren görülen en yüksek aylık ortalama tedbir sayısı da bu dönemde gerçekleşti [WTO, 2016]. Aynı raporda, G-20 ülkelerinde 2008 yılından itibaren uygulanan 1.583 korumacılık tedbirinin sadece 387 tanesinin kaldırıldığı belirtiliyor. Dolayısıyla, küresel kriz sonrasında daha da güçlenmesi beklenen liberalizasyon sürecinin aksine zayıfladığı ve dünya uluslararası ticaret hacmindeki yavaşlamayı pekiştirdiği görülüyor. Korumacılık eğilimindeki artışın sebebi olarak Çin’in uygulamakta olduğu dış ticaret politikalarının haksız rekabete yol açmasına yönelik değerlendirmeler ve gelişmiş ülkelerin de bu duruma önlem olarak Çin ürünlerine karşı anti-damping uygulamasına gitmesi gösterilmekte.
Önümüzdeki dönemde başta AB ve ABD kaynaklı olarak liberalizasyon ve entegrasyon süreçlerinin tersine dönme ihtimali, uluslararası platformlarda yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Değişen uluslararası siyasi kompozisyonun yanı sıra 2008 krizinin ardından oluşan küresel likidite bolluğu ve söz konusu likiditenin hızlı hareket ederek başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere küresel ölçekte finansal tahribata neden olması, “kur savaşları” adı verilen ve ülkelerin para-kur politikalarını kendi önceliklerinden ziyade diğer ülkelerin adımlarına endeksleyen stratejik hamleleri de beraberinde getirmekte. G-20 ve benzeri platformlarda ekonomi politikalarında küresel eşgüdümün yeniden sağlanmasına yönelik tedbirlere vurgu yapılmasına rağmen, ülkelerin kendi sorunlarını önceliklendirerek tekil adımlar atma eğilimlerinin güçlendiği de gözlenmekte. Bu gelişmelerin doğal bir sonucu olarak korumacılık artmakta, küresel değer zincirlerinin üretimdeki ağırlığı azalmakta ve uluslararası ticaretteki durağanlığın yanı sıra küresel büyüme ile yatırımlardaki yavaşlama eğilimi belirginleşmekte.
Dış talepteki yavaşlamaya ek olarak uluslararası ticarette artan korumacılık eğilimlerinin ülkemizin de uluslararası ticaret performansını baskılamakta olduğu gözleniyor. Buna rağmen, ihracatçılarımızın yeni pazarlar bulma becerilerine ek olarak, Avrupa Birliği ülkelerine olan ihracatımızdaki istikrarlı artış ihracat performansımızı göreli olarak canlı tutmakta. Tüm dünyada artan korumacılık eğilimlerine karşın ülkemizde dışa açılma, rekabetçilik, verimlilik, yenilikçilik ve liberalizasyon konularında halihazırda atılmakta olan ve gündemde yer alan adımlar dikkat çekici. Yakın coğrafyasında istikrarın artmasının ardından, ülkemizin dış ticaret performansının güçlü bir trendle olumlu ayrışması beklenmekte.
Kaynakça:
Barone, B. ve R. Bendini (2015). “Protectionism in the G-20”, Directorate-General for External Policies, European Parliament.
Bussière, M., G. Callegari, F. Ghironi, G. Sestieri ve N. Yamano (2013). “Estimating Trade Elasticities: Demand Composition and the Trade Collapse of 2008-2009”, American Economic Journal: Macroeconomics, 5, 118-151.
Domit, S. ve T. Shakir (2010). “Interpreting the World Trade Collapse”, Bank of England Quarterly Bulletin, 50, 183-189.
Gwartney, J., R. Lawson ve J. Hall (2015). "Economic Freedom of the World, Annual Report 2015", Fraser Institute.
Kee, H. L. ve H. Tang (2016). “Domestic Value Added in Exports: Theory and Firm Evidence from China”, American Economic Review, 106, 1402-1436.
WTO (2016). “Report on G20 Trade Measures”, WTO OMC.