Fransa İmparatoru Napolyon’un bundan yaklaşık 300 yıl önce Çin için: “Bırakın uyusun, uyandığında dünyayı değiştirecek” demiş olduğu -kesin olarak kanıtlanmasa da- dünya genelinde kabul görmüş bir rivayet. O dönemde birkaç yüzyıldır içine kapanmış olan Çin, uzun bir süre daha sürecek uykusundan 20. yüzyılın son çeyreğinde uyanarak yeniden dışarı açılmaya başladı ve bu sözü haklı çıkardı. Sonuçta bugün, küresel ölçekteki herhangi bir konunun Çin dâhil edilmeden değerlendirilmesi –tamamen yanlış olmasa da- eksik kalıyor. Nitekim son bir yıl içerisinde küresel ekonomi gündemini işgal eden bazı konulara bakıldığı zaman karşımıza önce Çin ekonomisindeki yavaşlama ve Hükûmetin buna karşı almış olduğu önlemler çıkıyor.
1979-2009 arası dönemde ortalama yüzde 10’un üzerinde büyüyen Çin ekonomisi daha sonra kademeli olarak yavaşlamaya başladı. IMF’nin son tahminlerine göre Çin’in 2019 yılında yüzde 6,1; 2020 yılında ise yüzde 5,8 ile son 30 yılın en düşük hızında büyümesi bekleniyor. Son aylarda ise küresel ekonomi haberlerinde ABD-Çin ticaret ilişkilerindeki gerilimin artması öne çıkıyor. Bu dönemde resmî, özel ve akademik kimlik taşıyan birçok çalışmada Çin ekonomisine ilişkin risklerin –başta Gelişmekte Olan Ülkeler olmak üzere- küresel ekonomiye olası yansımaları yoğun bir şekilde işlendi.
Çin’in dünya ekonomisi açısından artan önemini göstermek için biraz farklı bir yönteme başvurduk ve IMF’nin yılda iki defa yayımlamakta olduğu “Küresel Ekonomik Görünüm” (World Economic Outlook- WEO) raporlarında Çin’den hangi sıklıkta bahsedildiğini değerlendirdik. Grafik 1’de de görülebileceği gibi, son 20 yıllık süreçte WEO raporlarında Çin’in ağırlığı –Küresel Finans Krizi dönemi hariç- sürekli olarak artmakta. Nitekim 2014-18 döneminin ortalamasına bakıldığı zaman WEO içerisindeki metin ve grafiklerde Çin’in, ABD ve Euro Bölgesi/Avrupa’dan daha sıklıkla anıldığını görmekteyiz1
Çin, 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) girmesiyle birlikte küresel ekonomiye hızla entegre oldu, özellikle ticaret ve finans kanalıyla birçok ülkeyi doğrudan etkileyen bir faktör hâline geldi. Bugün dünyanın en büyük ihracatçısı ve ikinci büyük ithalatçısı olan bir ülkenin yaratacağı bu doğal etki kendisini zaman içerisinde değişen şekillerde göstermekte. Çin, DTÖ’ye girişinden sonraki ilk 10 yıllık dönemde küresel ekonomi gündemini; ucuz maliyetli ihracatı sayesinde küresel enflasyon dinamikleri üzerindeki etkileri veya tasarruf fazlasına bağlı olarak hızla artan döviz rezervlerinin ABD Hazine Tahvili getirilerini etkileyip etkilemediği gibi konularla meşgul etti. Küresel finansal krizin ardından ise ticaret kanalında Çin’in küresel hammadde talebinin başlıca belirleyicisi olması öne çıkarken, finansal kanalda ise hızla artan borç göstergeleri, gölge bankacılık ve emlak piyasasında köpük gibi risklerin Çin ve dünya ekonomisi için sistemik bir risk yaratıp yaratmadığı tartışılmaya başlandı.
Yukarıda belirtilen etkileşimler arasında ticaret kanalı, çok daha kolay ve belirgin şekilde ortaya konabilmekte. Genel olarak baktığımız zaman son 20 yılda dünyadaki hemen her önemli ekonominin Çin’e ihracatının arttığını görmekteyiz (Grafik 2). Bunun sonucunda Çin, küresel ticaret hacminin 2000-18 döneminde kaydettiği 3 kat artışa talep tarafında en büyük katkıyı sağlayan ülke oldu (Grafik 3).
Ticaret kanalıyla Çin ekonomisindeki değişimlere daha hassas olan ülkeleri ele aldığımız zaman, hem coğrafi yakınlık hem de katma-değer zinciri içindeki konumları nedeniyle Asya-Pasifik Bölgesi ülkelerinin öne çıktığını görüyoruz. Bu ülkeleri özellikle Afrika ve Latin Amerika’da biraz daha fazla yoğunlaşmış olan hammadde ihracatçıları takip etmekte. Japonya ve Avustralya ise gelişmiş ülkeler arasında yer almalarına rağmen, yukarıda belirtmiş olduğumuz faktörlere bağlı olarak, Çin’deki gelişmelerden etkilenenlerin sadece Gelişmekte Olan Ülkeler olmadığına örnek teşkil ediyor. Çin’in ticaret kanalı yoluyla yukarıda bahsetmiş olduğumuz etkileri, akademik çalışmalar tarafından da ortaya konulmuş durumdadır.
Çin’in küresel ekonomiyi finans kanalıyla nasıl etkilediğini anlamak içinse daha detaylı bir analiz gerekmekte. Bu konuda IMF’nin 2016 yılında yayımlamış olduğu bir raporun bulguları söz konusu kanalın etkilerini kapsamlı bir şekilde özetliyor. Raporda, Çin’in sermaye hesabının henüz tam anlamıyla serbestleşmemiş olması nedeniyle bu ülkedeki gelişmelerin finans kanalı yoluyla diğer ülkelere yayılma riskinin daha düşük olduğu savunuluyor. Çin’in uluslararası varlık ve yükümlülüklerinin, 2015 yılı itibarıyla toplam 11 trilyon dolar ile Japonya ve Fransa gibi gelişmiş ülkelere denk bir düzeyde olduğu belirtilen raporda, bu tutarın büyük kısmının döviz rezervleri ve doğrudan yabancı yatırımlar tarafından oluşturulduğu vurgulanmakta. Çin’in uluslararası varlık ve yükümlülükler toplamı 2018 sonu itibarıyla 12,5 trilyon dolara ulaşırken, Net Uluslararası Yatırım Pozisyonu ise 2,1 trilyon dolar (GSYİH’nin yaklaşık yüzde 15,9’u) fazla verdi. Diğer yandan Çin Döviz İdaresi tarafından yayımlanan verilere göre 2018 yılı sonunda Çin bankalarının net dış pozisyonu 181 milyar dolar gibi (GSYİH’nin yaklaşık yüzde 1,3’ü) görece düşük bir düzeyde seyrederek, bu ülkedeki olası bir finansal dar boğazın küresel ölçekteki etkisinin sınırlı olacağını göstermekte. Nitekim IMF’nin yukarıda anılan raporunda da Çin’de pozisyonu bulunan yabancı bankaların Çekirdek Sermaye Yeterlilik Oranlarının (Tier 1) en kötü senaryoda bile Basel III kriteri olan yüzde 6’nın altına düşmeyeceği hesaplanmış.
IMF Raporu’na göre Çin’deki gelişmelerin küresel piyasalara yansıması ise Çin varlık piyasalarındaki hareketlerden ziyade ülke ekonomisine yönelik beklentilerin hammadde fiyatları üzerindeki etkileri veya küresel risk iştahı gibi ikincil kanallarla gerçekleşmekte. Yapılan çalışmada, özellikle Çin ekonomisine ilişkin olumsuz haberlerin küresel varlık fiyatları üzerinde Çin piyasalarındaki hareketlerden daha etkili olduğu ve bu haberlerin ardından özellikle hammadde ihracatçısı ve/veya kırılgan ülkelerden “güvenli liman” olarak görülen varlıklara doğru bir hareket gözlendiği ifade ediliyor.
Türkiye, Çin’deki Gelişmelerden Ne Kadar Etkilenebilir?
TÜİK verilerine göre 2018 yılında 2,9 milyar dolar tutarında ihracat gerçekleştirdiğimiz Çin’in, toplam içerisinde yüzde 2’nin hemen altında yer alan payıyla, ülkemizin ihracatı için büyük bir risk oluşturduğu söylenemez2. Ancak, Çin’e ihracatımız sektörel bazda incelendiğinde, özellikle madencilik sektörümüzün bu ülkedeki ekonomik gelişmelerden yoğun şekilde etkilenebileceği görülüyor. Madencilik sektörünün3 geçtiğimiz yıl Çin’e yapmış olduğu yaklaşık 1,5 milyar dolarlık ihracat, hem bu ülkeye toplam ihracatımızın yarısını hem de sektörün toplam ihracatının yüzde 45’ini oluşturmakta (Grafik 4). Dolayısıyla Çin’deki ekonomik döngülerin madencilik sektörünü hem ticaret kanalı hem de hammadde fiyatları kanalından etkilemesi mümkün. Diğer yandan petrol ve doğalgaz ihracatına bağımlı Orta Doğu, Orta Asya ve Rusya gibi ülkelere gerçekleştirdiğimiz ihracatın toplam içerisindeki payının yüzde 25’e yakın olması, Türkiye’nin Çin’deki ekonomik gelişmelerin ikinci tur etkilerini hissedebileceğini akla getiriyor.
Mevcut konjonktürde Çin’deki dalgalanmaların Türkiye ekonomisinin genelini –hem olumlu hem de olumsuz anlamda- etkileyebileceği başlıca kanalın hammadde fiyatları olduğu düşünülmekte. 2018 yılı itibarıyla dünyanın en büyük petrol ithalatçısı hâline gelen ve enerji ihtiyacı her geçen gün artan Çin’deki olası bir ekonomik yavaşlamanın hammadde fiyatları üzerindeki etkileri –enerji başta olmak üzere- hammadde ithalatçısı konumundaki ülkemizin cari işlemler açığı ve enflasyon yoluyla hissedeceği baskıları azaltabilecek. Diğer yandan, Çin’in tüketim odaklı ekonomik dönüşümü sonucu son 10 yıllık dönemde yeniden artmaya başlayan gıda ithalatının küresel gıda fiyatlarında sürekli bir yükseliş eğilimine yol açma ihtimali yukarı yönlü bir risk faktörü olarak görülebilir (Grafik 5).
Sonuç olarak, mevcut durumda Türkiye’nin, Çin’deki gelişmelerden doğrudan etkilenme ihtimali (madencilik gibi bazı sektörler hariç) düşük olsa da bu ülkenin küresel ekonomide artan ağırlığıyla birlikte doğrudan ve dolaylı etkilerin giderek artması makul bir beklenti olacak. Diğer yandan Çin’in küresel finans piyasaları üzerinde yukarıda bahsetmiş olduğumuz etkisinin de küresel risk iştahındaki değişimler yoluyla döviz ve varlık piyasalarında yol açabileceği oynaklık açısından dikkatle takip edilmesi gerekmekte.
[1] Söz konusu analize IMF WEO raporlarında yer alan tablolar dâhil edilmemiştir.
[2] 2018 yılında Çin’den yaptığımız 20,7 milyar dolar tutarındaki ithalatla birlikte bu ülkeye karşı 17,8 milyar dolar dış ticaret açığı verilmiştir.
[3] İki basamaklı ISIC Rev 3 sınıflandırmasına göre “Metal Cevherleri” ile “Taşocağı ve Diğer Madencilik” kalemleri.
Kaynakça
Spillover Notes No: 5, Spillovers From China: Financial Channels, IMF Spillover Task Force, Eylül 2019.
World Economic Outlook, IMF, 1999-2019.